Arkadaş
Bugünlerde bir akşam, şehrin aynalı gazinosuna ve aynaların içine
Selim-i salis gibi oturacağım.
Önümde rakı... dışarda akşam. akıntı, kayıklar ve gelip geçen...
Meyhanenin kapısından, iki elini gözüne siper edip bakan birisi;
Bu herif aşık diyecek.
Saçları perişan, dudakları mürekkepli, hali bencileyin serseri bir kızı
Büyük bir sandal
- Akıntının içinden çekip
Rakı kadehimle benim arama bırakacak
Diyeceğim:
Bu akşam değil bir başka akşam seni alıp bir kocaman şehre göyüreceğim:
O şehirde toprak çoktan patlamıştır;
Yıkılmıştır bildiklerim;
. . ..
. . ..
Sait Faik Abasıyanık
Şimdi Sevişme Vakti
Çıplak heykeller yapmalıyım,
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı kasketli,
Yırtık mıntanından adaleleri gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım. resimlerden...
Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek
Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe,
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.
Söylemeliyim,
Yok
Sait Faik Abasıyanık
Bir zamanlar
BAZI AKŞAM ÜSTELERİ, OTURUR
HİKAYELER YAZARDIM, DELİ GİBİ!
BEN HİKAYE YAZARKEN
KAFAMDAKİ iNSANLAR
BALIĞA ÇIKARLARDI.
KADINLAR, KAHVE CEZVELERİNİ ISITAN,
MAVİ IŞIKLI İSPİRTO LAMBALARINI YAKARLARDI.
. . ..
. . .
Sait Faik Abasıyanık
Kırmızı Yeşil
Kıyısına tuz ıleten ruzgarı
Balıkların yurudugunu duyuyorum
. . ..
. . ..
Sait Faik Abasıyanık
Ceylan-ı Bahri
Neremden geliyor bu sevinç?
Sana baktıkça çocuğum:
Maviliklerin, badem ağaçlarının, metrük havuzların kurbağa seslerinin
Güzelliğinim
. . ..
. . ..
Sait Faik Abasıyanık
HAYATI
Geleneksel öykü kalıplarını kırarak, konu ve olaylardan çok, kısa zaman parçalarındaki gizli dramı büyük başarıyla yansıtan öyküleriyle tanındı.
Simdi Sevişme Vakti (1953) adli kitabında topladığı şiirlerinde de, öykülerindeki gibi büyük kentin sıradan insanlarını, doğa sevgisini ve yasama sevincini yansıttı. Sait faik abasıyanık
Allegro ma non troppo / Haldun Taner
Göz gözü görmezdi sofada. Elektrik ampulü de ne hikmetse hep bozulmus
olurdu. Kapidaki kartviziti okuyabilmek için ya kibrit çakacaktiniz, yahut
da kanadi ardina kadar itip içeriden gelen gün isigindan medet umacaktiniz.
Egilip okurdunuz o zaman:
STEPHAN ALEXANDROVITCH LINOWSKY
Professeur Du Violon
Istanbul - Pera
Ve akabinde saygi ile sapkanizi cikarmak zorunda kalirdiniz.
Ben, bu rengi atmis, kenari sinek pislikleri ile benekli kartvizitle
sahibinin kaderi arasinda daima garip bir benzerlik bulmusumdur. Bir
kibarlik, bir güngörmüslük akardi bu karton parcasindan. Kimbilir derdim,
neler görmüs neler geçirmistir bu kartvizit. Hangi prenses veya kontesin
yüregini tatli tatli çarptirmis, hangi kamelya buketine takilip hangi opera
muganniyesinin pudra kokan masasina birakilmistir. Alt kösede Istanbul
yazacak degil ya o vakit... Moskova yazardi ihtimal, yahut da Petersburg.
Derakap Livreli bir usak belirir gözümüm önünde. Kartviziti gümüs bir
tepsiye koymus parlak sütunlu avlulardan, tavani yaldizli salonlardan
geciriyor, sezlonguna yari uzanmis Grande Düsesin manolya parmaklarina
uzatiyor. Kocasi sürek avinda bulunan düsesin karta bakmasiyla yerinden
firlamasi bir olmustur:
Stephan, Stephan. Oh nihayet gelebildi. Derhal yukari alin, anliyor
musunuz, derhal derhal. Sonra dame dhonneurüne dönüp:
Siz çekilebilirsiniz Anny demistir.
Hey zavalli bahti kara kartvizit. Hiç aklina gelir miydi günün birinde
Madam Rozanin Tarlabasindaki pansiyonuna düsecegin, küf kokulu bir
sofanin karanliginda miskin ve mahzun pinekleyecegin?
Ben böyle dalmis düsünürken, içerden acemi bir arsenin ürkek notlari
arasindan Linowskynin sesi duyulurdu:
Entrez.
Ve keman kutum elimde, notalari...